GS-FB Maçı ve Takım Çalışması

GS-FB Maçı ve Takım Çalışması

...hatta başlığın devamı da şöyle “...ve Basketbol Olimpiyat Finali!” Ama artık o kadarını da söylemek iyice hainlik olacak gibi!.. 

      GS ve FB sezonun ilk resmi maçını oynayarak meşhur futbol endüstrimizin en anlı şanlı derbisiyle yeni sezonun açılışını yapıyorlar. Merakla oturuyorum ekran başına, herkes gibi yeni transferleri merak ediyorum ve “bu sene daha iyi olacak” ümitlerimin karşılığını görme hevesim var her zamanki gibi. Maçın başı fena değil, en azından yalnızca futbol oynanıyor, gayret ve iyi niyetle; sonra GS’nin golüyle birlikte sahaya atılan meşalelerle başlıyor futbol dışı olaylar. Ardından da ilk devrenin sonuna doğru futbolcuların birbirlerine yaptıkları anlamsız sertlikler ve hakeme itirazlarla maçın sonuna kadar devam ediyor. Seyrettiğime de seyredeceğime de bin pişman olmuş şekilde kapatıyorum ekranı.

            Peki, bu maç kime veya neye hizmet ediyor?

            Takım çalışması açısından sorgulamak istediğim konu, sizi hayal kırıklığına uğrattıysam kusura bakmayın ama GS veya FB’nin kendi içlerinde ne kadar “takım olabildikleri” değil (en azından bu seferlik!); futbola hizmet eden birimlerin, diğer bir deyişle “futbolun paydaşlarının” kendi içlerindeki takım çalışması.

            “Takım” olgusu dediğimiz anda ikinci sözcük olarak aklımıza “ortak hedef” geliyor zira bir grup insanı bir takımdan ayıran temel öğe tabii ki ortak bir hedefe hizmet etmek. Bu bakış açısına göre futbol endüstrisi -eğer bir takımsa- neye hizmet ediyor, bu takımın ortak hedefi nedir?

            Takımın adı içinde  “endüstri” sözcüğünü kullandığımıza göre hedefin içinde ekonomi ve üretim var demektir; öyleyse yanıt da kendiliğinden ortaya çıkar: Futbol pazarını büyütmek, daha verimli hale getirmek.

            Endüstri, futbol vb. sözcüklerinin bu kadar sıkça tekrarlanması beni de sıkıyor; iyisi mi şöyle düşünelim: 5 Yaş civarı miniklerin katıldığı bir doğum gününde açık havada oyunlar oynanıyor; onları mutlu etmeye çalışan ebeveynler ve animatör abi-ablaların temel, ortak hedefi nedir? Çocukların hep birlikte mümkün olan en uzun süre ve mümkün olan en neşeli şekilde oynamaları, oyunun içinde kalmaları (bu süreçte de ağlama, bağırma, hezeyan krizlerinin asgari düzeyde tutulabilmesi...).

            İşte eğer oyunun kuralı bu şekilde belirlenebiliyorsa, o gün orada bulunan birbirini tanıyan ya da tanımayan tüm velilerin, doğum günü sahibinin ve partiyi düzenleyenlerin bir takım olma ve günün sonunda keyifle (ve asgari sinirsel yıpranmayla!) oradan ayrılma şansları doğuyor.

            Şimdi de bu cıvıl cıvıl, rengarenk 5 yaş doğum günü partisinin içine bambaşka görüntüler yerleştirelim: Oyun büyük bir keyifle sürer ve hem veliler, hem çocuklar mutluyken çocuklardan birkaçı birbirini tekmelemeye başlıyor! Onları ayırıp oyunun kurallarını güzellikle hatırlatan palyaço abi elinden geleni yapıyor ve oyunu tekrar başlatıyor ama çocuklar, hepsi değil yalnız birkaç tanesi, gemi azıya almış durumdalar ve tekmelemekten vazgeçmiyorlar. Böyle olunca da palyaço abi geri kalan çocukları ve “oyunun bütününü” düşünerek çocukları ebeveynlerinin yanına getiriyor. O sırada ne mi oluyor? Palyaço abiye teşekkür etmesi beklenen annelerden (daha da korkuncu babalardan!) iki tanesi avazları çıktığı kadar bağırmaya başlayıp olay çıkarıyor, doğum günü sahibine çıkışıyor ve en sonunda palyaço abiyi kovdurtuyorlar! Ardından da tüm çocuklar ve veliler kös kös günün geri kalanını oturup birbirlerine bakarak geçiriyorlar. Tekme atan birkaç velet ve onların ego-manyak velileri (mutlu mu ?!..) gururlu... Ama parti bitti, sahne kapandı, oyun sona erdi...

            Olimpiyat basketbol finali bu “takım çalışma-ma!-sının” neresinde mi devreye giriyor? Amerika’nın rüya takımıyla İspanya’nın istikrar abidesi takımları arasında başa baş giden, yıldızları, takım oyunu, sahası, hakemleri vb. ile tam bir şova dönüşen ve 40 dakikasının her bir anını büyük heyecanla seyrettiğimiz bu oyunun, spor pazarlaması ya da “hedef birliği” konusunda tüm dünyada 1 numara olan organizasyonu NBA noktasında!

            Finaldeki Amerikan takımının tüm oyuncuları doğal olarak NBA’de oynuyor ama İspanya’nınkilerin de çoğu öyle; örneğin Kobe Bryant ile Pau Gasol Los Angeles Lakers’tan takım arkadaşı ve maçın son 5 dakikasında fark yalnızca 6 sayıyken (ve unutmayın bu 5 dakikanın sonunda olimpiyat altın madalyası söz konusu!!!) Lebron James güzelce denk getirip Pau Gasol’e neredeyse yumruk atıyor; uzunca yerde kalan Pau Gasol gerginliği arttırmadan normal şekilde oyuna devam ediyor ve faul atışlarını sayıya çevirdikten sonra aynı hücumun savunmasına gittiğinde, bu sefer kendi takım arkadaşı Kobe Bryant ona ribauntta –yine deyim yerindeyse- arkadan dalıyor, hakem faul çalmıyor, top İspanya’da kalıyor ve hemen ardından o gerginliğin içinde takım oyunu geliyor...

            Hayır, iki ulusal takımın kendi içlerindeki takım oyunu değil, daha büyük resimdeki, daha önemli açıdan basketbol oyununun tüm paydaşlarını içine alan ve oyunu daha güzel, daha başarılı, endüstriyi daha kazançlı ve verimli kılan takım oyunu: Kobe Bryant, o göğüs göğüse, dirsek ve omuzların cömertçe vuruştuğu olaydan birkaç saniye sonra, top Pau Gasol’ün elinden çıktıktan hemen sonra Lakers’tan takım arkadaşına, birlikte öbür sahaya doğru koşarlarken özür dilercesine sarılıyor; son 1 dakikada yediği darbelerden bunalmış olması gereken İspanyol Dev ise en ufak bir olumsuz tepki vermeden oyunu sürdürüyor!

            Günlük –ya da ezeli!- rekabetin ötesine bir adım geçip, büyük resimdeki takımın çıkarlarına, yani en son tahlilde o oyunun içinde yer alan bireylerin her birinin en kapsamlı çıkarlarına bakamayıp, hem tekme atıp ardından hem de şirretleşerek, velimizin de bizdense palyaço abiyi suçlamaya hazır olduğunu bildiğimiz için şımarıkça oynamaya devam ettiğimiz sürece acaba neye hizmet etmiş oluyoruz?

            Peki ya bu “ortak hedef” kuralını iş hayatımıza uyarladığımızda? Sektördeki rakiplerimizle günlük rekabet  ve sektörün bütününün başarısı gibi... Ya da vatanımızı düşündüğümüzde: Günlük hayatımızın her bir anında Türkiye’nin ortak hedefinin ne olduğunu gözetebilmek mümkün mü? Yoksa illa bu ortak hedefi hatırlamak için başımıza çok kötü bir şey mi gelmesi gerekiyor......en son büyük depremde olduğu gibi?.. Söylemeye bile dilim varmıyor ama daha da kötüsü “savaş” gibi?!..

13 AĞUSTOS 2012

SERKAN ÖZİZMİR

FLAMA Training & Consultancy