Takımın Kök Hücresi

Takımın Kök Hücresi

Birkaç hafta önce Kıbrıs’ta 65 kişilik bir ekiple takım çalışması eğitiminde idik. Şirket için 2017 yılının açılış toplantısı olma özelliğini taşıyan bu eğitimin konseptini “All in” olarak belirledik ve tüm çalışmalarımızı “hep birlikte yapmak - elinden gelenin tamamını masaya sürerek yapmak” üzerine kurduk. Son derece renkli görüntülere ve takımlar halinde yapılan çalışmalarda büyük çekişmelere sahne olan eğitim, hedeflenenin de ötesinde bir performans ve son derece yüksek bir “hep birlikteyiz” hissiyle tamamlandı.

            Dönüş yolculuğunda kendi kendime eğitimi değerlendirirken, kafamda canlanan görüntülerde sürekli aynı 3 kişinin yer aldığını fark ettim. Şu andan itibaren ben kendilerine “Kök Hücre” diyeceğim, nedenini de daha sonra açıklayacağım… Görüntülerden ilki herkesin birlikte yer aldığı kocaman bir çemberin içinde, takımın oldukça zor bir anında cereyan etti: Herkesin birbirine baktığı ve kimsenin öne çıkmayı, liderlik yapmayı tercih etmediği bir noktada Kök Hücre’lerden biri devreye girdi ve ne sorunla ne de çözümüyle hiç ilgisi olmayan, ama son derece komik laflar ederek herkesi güldürdü! (Kendisini daha önceden tanımıyor olmama rağmen söylediklerine verilen tepkiden, takımın sevilen bir üyesi olduğu hemen anlaşılıyordu.) Sessizlik –ve gerginlik!- bir anda kırılmış ve herkes aynı anda konuşur hale gelmişti. Normal şartlarda eğitim dinamiği içinde odaklanmanın dağılmasına neden olacağı için hiç desteklemeyeceğim bu ortam, Kök Hücre’nin verdiği start sayesinde bir anda her şeyi değiştirmiş, takımın tüm üyelerini katılmaya, çalışmaya, konuşmaya hevesli hale getirmişti. Bana göre bu kişi bir çözüm önermemesine, yani direksiyona geçip takıma bir yön vermemesine rağmen, vitesi değiştirerek takımın çok zorlandığı bir devirden, motoru rahatlatan bir noktaya geçirmiş, bu rahatlama sayesinde de takım yola devam etme enerjisini toplamış ve sorunu çözmüştü. Sizce de bu bir liderlik davranışı mı bilmiyorum… Ama takımın kimyasını, bu sayede de takımın kaderini değiştirdiği kesin. Eğitimin hemen başındaki bu olaydan sonra kendisinin geri kalan saatlerde de tavrı ve tarzı hiç değişmedi; zaten bir süre sonra her ağzını açtığında diğerleri “acaba şimdi nasıl bir bomba patlatacak?” diye gülümseyerek bakar oldular.

            İkinci Kök Hücre dikkatimi çok daha fiziksel bir çalışma içinde çekti: Takımın ikiye ayrılarak yaptığı aynı anda 32-33 kişinin çalıştığı bu uygulamada, fiziksel temas da içeren sıkışık bir pozisyon ortaya çıkmış, bunun da yarattığı yorgunluk nedeniyle takımın üzerinde bir zaman baskısı oluşmuştu. Durumu daha keskin hale getirmek üzere takım çalışmalarında benim “Bence artık pes edin!” diye katılımcıları yarı ciddi şekilde kışkırttığım anlardan biriydi! Aslında takım bu duruma doğru tepkiyi veriyor ve sorunu çözebilmek için uğraşıyordu, ancak aynı anda birkaç kişi liderliğe soyunup fikrini yüksek sesle ifade etmeye ve yakınındaki kişilere önerdiği şeyi yaptırtmaya çalıştığından sorun çözülemiyor, deyim yerindeyse teknenin başı başka, kıçı başka tarafa gidiyordu… Kök Hücre işte bu noktada devreye girdi ve herkesi yere oturttu! Bu hiç beklenmeyen öneri anında hayata geçirildi çünkü herkesin dinlenmeye –ve rahatlamaya- ihtiyacı vardı. Oturmaya çalışılırken yaşanan zorluklar ve şekilden şekilde giren ekip üyeleri de herkesi kahkahalarla güldürdü… Ama en sonunda takımın tamamı yere oturmuş, rahatlamış ve gülümser durumdaydı! Sonra da beklenebileceği üzere sorunun çözümü için konuşmalar başladı, ama büyük bir farkla: Bu sefer herkes birbirini duyabiliyor ve zaman baskısı olmadan sonuç odaklı bir iletişim kurmak mümkün oluyordu. Yani bir kez daha “Kök Hücre” bir çözüm getirmemiş, ama çözüme giden yolu açmıştı... Tıpkı vücudumuzda olduğu gibi: Kök hücreler örneğin karaciğer hücresi olma niteliği taşımasalar bile, karaciğere yerleştirildikten bir süre sonra ortama uyum sağlıyor ve hücre yenilenmesi, yani iyileşme sürecini başlatıyorlar! İşte benim “Takımın Kök Hücresi” dediğim kişiler ki bence yaptıkları takım için kritik önem arz eden bir liderlik davranışı, hangi ortamda ve hangi durumda olunursa olunsun takım için devreye giriyor, sonra da suyun akış yönünü değiştiriyorlar. Tabii buradan da Kök Hücre’ye sahip olan takımlarla olmayanların arasındaki başarı farkını tahmin edebiliriz…

            Şimdi düşünüyorum da, benim hayatta gördüğüm en “güçlü” Kök Hücre’lerden biri, Karşıyaka Genç Voleybol Takımı’nı çalıştırdığım zamanki oyuncularımdan olan Berk’ti (Ben o zamanlar 23 yaşındaydım ve Karşıyaka A Takımı’nda kendim de voleybol oynuyordum). Berk ilk 6’da olmamasına ve smaç, manşet veya savunma gibi bir alanda da “virtüöz” denilebilecek bir niteliğe sahip olmamasına rağmen, sezonun bütününde muhtemelen ilk 6’daki arkadaşlarından fazla süre almıştı! Voleybol son derece psikolojik bir oyundur çünkü oyuncunun topla teması, tıpkı tenis ve masa tenisinde de olduğu gibi, 1 saniyenin altında bir sürede gerçekleşir... Telafisi de yoktur. Voleybolu daha da zor kılan şey, topa o turda değecek 3 oyuncunun da o 1 saniyeden kısa sürecek vuruşu mükemmel yapma zorunluluğudur; yani sizin ne kadar iyi bir manşet aldığınız hiç fark etmez! Pasörün, ardından da smaçörün de bir o kadar iyi vuruşlar yapmaları gerekir ki takımınız sayı kazanabilsin… İşte bu psikolojik oyunun içinde, özellikle de genç ve yıldız gibi yaş gruplarında çok sık rastlanan bir durumun ilacıydı bizim “Kök Hücremiz” Berk: Maçın içinde arka arkaya sayı kaybettiğimiz ve sahanın bizim tarafında bir “sessizlik” oluşmaya başlayan her durumda oyuna Berk’i alırdım. Sahaya girer girmez gür sesiyle “haydi” der ve gidip diğerlerine dokunurdu (hayır sandığınız şekilde değil! Voleybola ait olduğu düşünülen bu hareket tamamen şehir efsanesidir!!!) 16-17 Yaşlarında bir oyuncu için çok zor bir roldür bu, zira birazdan karşı tarafın atacağı servis kendisine gelebilir ve çok çok da iyi bir manşetçi olmadığından bütün dikkatini vererek aslında o servise odaklanması kendi yararınadır… Oysa Kök Hücre bu kısacık saniyeleri arkadaşları ve takımı için kullanır. Daha da ilginci, bir sonraki topta kendi hatası nedeniyle takım sayı kaybetse bile, yani düşebileceği en kötü duruma düşse bile Berk aynı şekilde “haydi” demeye ve diğerlerinin ellerine vurmaya devam ederdi… Belki sesi birazcık titreyerek o kadar. Peki, o sene bütün maçları kazandık mı? Hayır, ama İzmir Şampiyonu olduk! Ve bu sezona damgasını vuran oyunculardan biri, yalnız maç değil antrenmandaki, yolculuktaki, sohbetlerdeki davranışlarıyla da Berk oldu. Devamlılığını hiç bozmadı ve kendisinden bekleneni her defasında yerine getirerek takımın kimyasını yöneten lider oldu.

            Eğitimdeki son Kök Hücre ise kendisini workshop çalışmasında belli etti: Takımlar halinde yapılan hazırlık çalışmalarında hep güler yüzlü ve hep işin içinde kaldı (uzayan saatler ve 10 kişilik bir masada bunun ne kadar zor olduğunu bilirsiniz!..) Ardından da arkadaşlarının görevlendirmesi üzerine takımı adına sunuş yapma işini üstlendi. Onların grubuna düşen konu, şirket açısından hassas unsurlar içeriyor ve pek sevimli olmayan gerçekleri yüksek sesle dile getirmeyi gerektiriyordu. İşte bu nedenle Kök Hücre’nin yaptığı sunuş, 55 kişinin itirazları, sataşmaları, laf atmalarıyla geçti! Kök Hücre bu sataşmaların aslında çok azına yanıt verdi; yani takımı adına inisiyatif kullanıp gelen itirazlara o anda dahiyane (ve doğaçlama!) çözümler üretmeye çalışmadı. Bazılarını tamamen geçiştirdi, bazılarına “az sonra” dedi, bazılarına espriler yaptı... Ama bir şekilde atılan lafların hepsini 65 kişilik takımın bütünü adına gerginliğe değil, gülümseten bir yöne doğru götürdü. (Bu nokta çok önemli zira workshop, bu dile getirilen sorunların çözüm yeri değildi; workshop’ın amacı yalnızca sorunları tespit etmek ve öneriler getirmekle sınırlıydı ) Son derece zor bir içeriği, sürekli tacize uğrayarak sunduğu 10 dakikanın sonunda da hiç beklenmeyen bir şey yaptı Kök Hücre ve “Şimdi sahneden alkışlarınızla ayrılırken…” deyip, büyük Zeki Müren vari bir reverans hareketiyle veda etti! 64 kişinin tamamı da kendisini kahkahalara ayakta alkışladı!!! Muhteşem bir görüntü, takımın da hafızasına kazınacak unutulmaz bir andı (Dikkat takımlarda fil hafızası vardır: Hiçbir şeyi unutmazlar… Çarpıtmazlar!) En iyi sunuş değildi, en iyi cevapları falan da vermemiş veya konuya hâkimiyeti, bilgisi vb. ile herkesi büyülememişti; ama çok daha önemli bir şeyi başararak şartlar ne olursa olsun takımın kimyası belirlemiş, vitesi elinden bırakmamayı başarmıştı.

            Eğitim sürecinde hayranlıkla izlediğim bu 3 Kök Hücre’yi şirketin hangi departmanına koyarsanız koyun, onlara unvan verin ya da vermeyin, bulundukları her ortamda, yer aldıkları her projede fark yaratacaklar! Eğer bu takımda olmayı istiyor, takımlarına inanıyorlarsa, takımlarının başarılı olması için kritik önem arz eden noktalarda her defasında devreye girip sorumluluk alacak, takımın kimyasının kötüye gitmesine izin vermeyeceklerdir. Bağlasanız durmazlar! Varlık nedenleri, kişisel misyonları bu!!!

            Kök Hücre’lerin ortak noktası da, tüm bu rolleri üstlenirken kendi egolarını işin tamamen dışında tutabilmeleri, yani “ben Kök Hücreyim, neden karaciğer hücresine dönüşeyim ki?!” dememeleri. Takım tarafından bu kadar benimsenmelerinin nedeni de aslında bu değil mi zaten? Verici olmaları, kendilerine değil takıma oynamaları ve arkadaşlarının bu konuda onlara olan güveni.

            Sizin organizasyonunuzdaki Kök Hücre’leri zaten biliyorsunuz değil mi? Şimdi lütfen onlara farklı bir gözle bakın ve insan altyapınızın bu istisnai üyelerine, kendilerini iyi ifade edebilmeleri için fırsat tanıyın, görevlerini yapabilmeleri için onları doğru organlara doğru şekilde yerleştirin… Ama en önemlisi onlara olan takdirinizi sık sık ve yüksek sesle ifade edin, çünkü yaptıkları şeyi sizin için yapıyorlar.

24 ŞUBAT 2017

SERKAN ÖZİZMİR

FLAMA Training & Consultancy